Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

25 Eylül 2023 Pazartesi

TAKVİM 18

 1 Hatemü'n-Nebiyyin

İslam inancının temel esaslarından birisi de hiç şüphesiz peygamberlere imandır. Onlar, ilahi buyrukları insanlara iletmek için seçilmiş, üstün ahlakî niteliklere sahip mümtaz şahsiyetlerdir. Hz. Muhammed’e iman etmenin ayrılmaz bir unsuru, onun “peygamberlerin sonuncusu olduğuna inanmaktır. Hâtemü’n-Nebiyyin Hz. Muhammed’in gelişiyle nübüvvetin sona erdiğini ifade eden bir tabirdir. Bu kavram Allah ile kulları arasındaki elçilik görevinin sona erdiğini belirtir. Bu husus aynı zamanda, Hz. Peygamber’den sonra bu görevin İslâm ümmetine tevdi edildiği ve kıyamete kadar böyle devam edeceği anlamına da gelmektedir. Bu konuda Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resülü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzâb 33/40). Hadislerde de Hz. Muhammed ile peygamberliğin sona erdiği durumu herhangi bir yoruma imkân vermeyecek kesinlikte ifade edilmiştir.

2 Hayatı sade yaşamak

İslâm dinine göre dünya hayatı ahiret hayatının kazanıldığı yerdir. Bu dünyada insanın istifadesine sunulmuş pek çok nimet vardır. Bundan dolayı Kur’ân Kerim’de dünya nimetleri üzerinde çokça durulmuştur. Bunlar bir yönüyle imkân iken aynı zamanda bir imtihandır. Peygamberler tarihine bir göz attığımızda hemen hemen bütün peygamberlerin, dünya ve nimetleriyle olan ilişkilerini ihmal etmeyip sürdürdüğünü ve hayatın içerisinde olduklarını görürüz. Hz. Peygamber (s.a), her hususta olduğu gibi, sade hayatı ve dünyaya bakış konusunda da bize en güzel örnekleri sunmuştur. Hz. Peygamber giyim kuşam ve yaşantıda abartıyı hoş görmemiştir. Her zaman gösterişten uzaklık ve sadeliğin tercih edilmesini istemiştir. Bu yönüyle Rasûlulla’ın (s.a) sade hayatının şekillenmesinde sosyal ve ekonomik hayatın içinde bulunmanın, çalışıp kazanmanın ve insanlara infak etmenin önemli bir yeri vardır. Hayatı sade yaşamanın gayesi, insanlara ihtiyaç sahibi olduğu izlenimi vermek veya malını harcamayıp biriktirmek değil tevazu, züht ile nefsini gurur, kibir gibi olumsuzluklardan uzaklaştırmaktır.


3 Veda Hutbesi: Çağları Aşan Nebevi Vasiyet

Peygamberimiz (s.a.s.), Arafat’ta büyük bir kalabalığa seslenirken, Allah’a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurmuştu: “Ey insanlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir. “Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.” buyurarak, asırlar önce kadının hakları konusunda Müslümanları uyarmıştır. O gün Peygamberimiz, faizin her türlüsünü ve kan davalarını ayaklarının altına aldığını ilan etmiştir. O gün Peygamberimiz (s.a.s.) “Ey müminler! Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” buyurmuştur. (Muvatta’, Kader, 3) Son Peygamber’in insanlığa vasiyeti, ümmetine emaneti, güvenli bir geleceğin teminatıdır.


4 Hastanın şifa bulması için dua

Hastalıklar insan için bir imtihandır, insana sağlığın kıymetini öğretir, Rabbini ve ölüm gerçeğini hatırlatır, kalbini yumuşatır, merhametini artırır. Sağlığını korumak konusunda bilinçlenmesini ve tedbirli olmasını sağlar. İslâm’a göre bir insan, hastalandığında iki şeyi birlikte yapmalıdır: Biri perhiz yapma, ilâç kullanma, gerektiğinde ameliyat olma gibi maddî tedaviye başvurmak; diğeri ise moralini bozmamak, Allah’tan şifa vermesi için dua etmektir. Peygamberimiz hastalara dua edilmesini teşvik ettiği ve kendisinin de dua ettiği hadis kitaplarında bildirilmektedir. Hz. Aişe validemizin bildirdiğine göre Peygamberimiz (s.a.s.); aile fertlerinden biri hastalandığı zaman sağ eliyle hastayı sıvazlayıp; “Ey bütün insanların Rabbi olan Allahım! Bu hastanın ıstırabını gider ve ona şifa ver. Şifayı veren ancak Sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Bu hastaya öyle bir şifa ver ki, onda hiçbir hastalık izi kalmasın.” diye dua etmiştir. (Buharî, Merdâ, 20)


5 Ankara'da bir gönül ehli: Hacı Bayram-ı Veli

İnsanlık her dönemde kendini bilen, hak ve hakikatten haberdar olan güzel gönüllü, kemal sahibi kâmiller yetiştirmiştir. Bu güzel insanlardan birisi de Ankara’nın bir gönül eri olan Hacı Bayram-ı Veli’dir. O, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Somuncu Baba gibi erenlerin izinden yürüyen, ehlibeyt sevgisiyle dolu, fütüvvet ehli büyük bir gönül ehlidir. XIV-XV. asırlarda Ankara’da yaşayan Hacı Bayram-ı Veli, dönemin önemli velilerindendir. Hacı Bayram-ı Veli, dönemin erenlerinden Somuncu Baba lakabıyla tanınan Hamidüddin-i Aksarayi tarafından yetiştirilmiştir. Hacı Bayram’ın asıl adı Numan’dır. Hacı Bayram’ın Somuncu Baba’ya bağlanması bir Kurban Bayramı’na tesadüf etmiş ve Şeyh Hamid, Numan’a “Bayram” diye hitap ettiği için, mutasavvıf bu tarihten sonra “Bayram” ismiyle anılır olmuştur. Hacı Bayram-ı Veli olgunluk dönemini Ankara’da geçirmiş, burada kendi adıyla anılan cami ve dergâhta insanların gönül eğitimiyle meşgul olmuştur. Türbesi de yine aynı yerde bulunmaktadır.


6 Camide hayat bulmak

Cami, bilgi ve hikmetle hayat bulur, mamur olur. Tarih boyunca camiler, birer ilim merkezi olmuştur. Hz. Peygamber’in imar ettiği Mescid-i Nebevi’nin bir bölümü eğitim-öğretim alanıdır. Camilerin fiziksel olarak nitelikli imar edilmesi ne kadar kıymetliyse, içerisinde ilmî ve manevi imar faaliyetleri gerçekleştirmek de o derecede gereklidir. Camilerin duvarlarını, sütunlarını, kubbesini ve sair fiziki kısımlarını inşa ve imar için maddi imkânlarını seferber eden müminler, camileri insan ve toplum hayatına şekil veren merkez hâline getirmek için de aynı gayreti sergilemelidir. Cami, ibadetle hayat bulur. Ezanın duru, ve nazenin terennümüyle kalbimize dokunarak bizi namazla dirilmeye davet eder. Duaya açılan gönüllerle kendisi de hayat bulur. Cami, hayatın içinde, sorunlardan kaçmayan ve olaylara seyirci kalmayan yapısıyla, sosyal olayların gelişiminde öncü bir rol üstlenmiş ve toplumu ayrıştıran sorunların önlenmesinde önemli bir fonksiyon icra etmiştir.


7 Varlıkla imtihan

Mal ve mülk dünya hayatının en ciddi imtihanlarındandır. Muhammed ümmeti olarak bu imtihanın bizler için çok daha çetin geçeceğini bizzat Rasul-i Ekrem’den işitiriz: “Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizi, Zühd, 26.) Bundan, çok değil 50-60 sene öncesiyle kıyasladığımızda ülkemizin ne kadar geliştiğini ve maddi imkânlarımızın ne kadar arttığını görmek mümkündür. Hayat standardımızın yükselmesi, varlıklı Müslümanların mal ile imtihanına işaret etmektedir. “Göklerin, yerin ve içindekilerin hükümranlığı Allah’a aittir.” (Maide, 5/17.) hükmünü unutan nice Müslüman, malın kendisine “emanet” olduğuna dair bir bilinci günlük yaşamın detaylarına taşıyamamaktadır. Bugünün inananları olarak elimizdeki varlığın muhtaç kardeşlerimizle paylaşılması gereken bir emanet olduğunu geç olmadan fark edelim. Varlığımızı maddiyatla ölçmeyelim, bu dünya ile sınırlamayalım. İmtihanın dengede gizli olduğunu hatırlayalım.


8 Gülü seven dikenine katlanır

Bir insanın sevdiği kimse veya sevdiği iş yüzünden gelecek sıkıntılara katlanması” gerektiğini anlatmak için “Gülü seven dikenine katlanır.” deriz. Bu atasözünü genellikle etrafında kusursuz insan arayanlara ya da işlerinin sürekli tıkırında gitmesini isteyenlere böyle bir şeyin mümkün olmadığını anlatmak için kullanırız. Zaten dünya aldığımız her nefeste ve attığımız her adımla sınandığımız bir yerdir. O sebeple şikâyet etmek yerine, idare etmenin ve birbirimizi anlamanın yollarını aramak lazımdır. Sözgelimi toprakla uğraşan biri sırf ellerim nasır tutuyor diye toprakla uğraşmaktan vazgeçerse kendine başka bir meslek aramak zorunda kalabilir. Aslında bu her iş için böyledir. Zorluklarına katlanmadığımız sürece hangi iş kolunda çalışırsak çalışalım o işten verim alamayız. Üstelik insani ilişkilerimizi geliştirmek için de aynı yolu izlemek zorundayız. Sözün özü yaptığımız her işte ve insani ilişkilerimizde ilk olarak kendi gönül dünyamıza ayna tutmalıyız.


9 Bir erkek evli olmayan kız kardeşine bakmakla yükümlü müdür?

Rabbimiz, “Ana babaya, akrabaya iyilik edin.” (Nisa, 4/36) buyurmuştur. Allah Resulü (s.a.s.) de hadislerinde Müslümanın yakından uzağa doğru akrabasına karşı olan sorumluluğunu ifade etmiştir: “Ey Allah’ın Resulü! Kime iyilik edeyim?” diye soran sahabiye Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sözü geçen bu kimselerden sonra gelen yakınlarına iyilik et. Bu yapılması gereken bir vazifedir. Bunlar ilişkileri devam ettirilmesi gereken yakınlardır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 28) buyurmuştur. Bu sebeple kişi, kan bağıyla bağlı olup kendileri ile evlenmesinin caiz olmadığı hısımlarına, yakınlık sırasına göre muhtaç olduklarında nafaka ödemekle yükümlüdür (Serahsî, el-Mebsût, V, 223). Kardeş ise bir ailede bütünün parçalarından biridir. Hatta kardeşler için aynı ağacın dallarıdır, denilir. Kız kardeş ise ailenin en değerli parçasıdır. Öncelikle erkek kardeşlere emanettir. Bütün bunlara baktığımızda erkeğin muhtaç durumda olan kız kardeşine bakması insani olduğu kadar dinî de bir vazifedir.


10 Mümin faydasız sözlerden, lüzumsuz işlerden uzak durur

Yüce dinimiz İslam, hayatımızın her alanında güzel ve faydalı şeylerle meşgul olmamızı emreder. Yaratılış gayemize uygun olarak imanla birlikte salih amel işlemeye teşvik eder. Dünya ve ahiret için faydalı olmayan, vakit ve emek israfına yol açan işlerden kaçınmamızı öğütler. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de kurtuluşa erecek olan müminler şu vasıflarla tanıtılır: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır. (Asr, 103/1-3) Ömür sermayemizi hayrın peşinde koşarak, Rabbimizin rızasını arayarak değerlendirelim. Dünya ve ahiret için faydalı işler yapmaya gayret edelim. Özümüz ve sözümüz bir, tavır ve davranışlarımız güzel, âkibetimiz cennet olsun. Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum: “Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73)


11 Hem seven hem sevilen: Vedud

O’nun rahmeti, affı, cömertliği vs. sadece zatından kullarına yönelik tarif edilirken Vedûd ismi iki yönlü olarak “hem seven hem sevilen” diye tanımlanmış ve Kur’an’da da açıkça O’nu her şeyden çok sevmemiz istenmiştir. Yücelerin yücesi, varlığının devamı kendiliğinden olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah Teala’nın biz kullarından böylesine yüksek bir sevgi talebi O’nun sevgisinin kalbimizde en üst noktada olmasına bizim ihtiyacımızdan dolayıdır. Gazali’ye göre bu ismin tecellisine mazhar olan insanlar kendileri için arzu ettikleri her şeyi Allah’ın bütün mahlukatı için de arzu ederler. Bu sevgi doruk noktasına ulaştığında ise kalpte sevgiye engel olacak öfke, kin vb. duygulara yer kalmaz. Böyle biri insanları sevmek için onlar tarafından sevilmeyi beklemez. Sevmek için bahaneler bulur; kızmak için değil. Sevmek için kendini zorlaması gerekmez. İnsanın bu dünyada görebileceği en saf ve pür sevgi olan Allah için sevmek de Allah’ı sevmenin doğal sonucudur.


12 Salânın Anlamı ve Dindeki Yeri

Bazı özel günlerde ezandan önce veya kılınacak cenaze namazını haber vermek amacıyla camilerde; “es-salâtu ve’s-selâmu aleyke ya resûlallah, es-salâtu ve’s-selâmu aleyke ya habîballah, es-salâtu ve’s-selâmu aleyke ya seyyide’l-evvelîne ve’l-âhirîn, ve selâmun ale’l-murselîn, ve’l-hamdu lillahi Rabbi’l-âlemîn” şeklinde okunan salâ (salavat) şu anlama gelmektedir: “Salât ve selâm (Allah’ın rahmet ve esenliği) sana olsun ey Allah’ın elçisi, sevgili kulu, geçmiş gelecek bütün insanların hayırlısı! Salât ve selam bütün peygamberlere olsun. Hamd (övgü ve şükür) de âlemlerin rabbi Allah’adır.” Salâ, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) selam ve övgüdür. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde Hz. Peygamber’e (s.a.s.) çeşitli durumlarda salât-ü selam getirilmesi tavsiye edilmiş (Ahzâb, 33/56; Tirmizî, Deavât, 66; Ebû Dâvûd, Vitr, 23) ise de asr-ı saâdette ne de ilk dönemlerde camilerde salâ okunmuştur. Bununla birlikte Kitap ve Sünnet’te Hz. Peygamber ve diğer peygamberlere salât getirilmesi örneklerine binaen örfümüzde değişik kalıplarda pek çok salâ metni var olagelmiştir.


13 Ölüm haberi duyunca

Hayat ne kadar gerçekse ölüm de o kadar açık bir hakikattir. Her canlı bir gün gelecek ölümü tadacaktır. Böylece misafir olarak geldiğimiz bu dünyadan, gerçek yuvamıza dönmüş olacağız. Sokrates’e: “Otuz zalim seni ölüme mahkûm ettiler.” dedikleri zaman: “Tabiat da onları.” demiştir. Ölümsüz ve ebedî olan ancak Allah’tır. Hayat ve ölüm, biz insanlar için tabi bir hâldir. İnsan bu hakikat karşısında Yüce Yaratıcıya sığınabilmeli ve serinkanlı olabilmelidir. Bir mümin ölümün Allah’tan geldiğini, inanan ve kötülüklerden sakınan kimseler için ölmenin Allah’a kavuşmak olduğunu bilir. Kişinin çok sevdiği yakını, tanıdığı veya dostu ruhunu teslim ettiği anda bu teslimiyeti koruması önemlidir. Bu gibi durumlarda şöyle denilmesi uygundur: “ Biz Allah’a aidiz ve tekrar O’na döneceğiz. Allah’ım! Onu salihlere ilhak et ve neslinin yerine ona yardımcı ol, onu ve bizi din gününde bağışla! Allah’ım! Onun ecrinden bizi mahrum etme, onun arkasından bizi fitneye dûçar etme!”

14 Hz. Peygamber'in üstün ahlakı

Eşsiz ahlakın yegane sahibi Allah Resulü (sav), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O ahlakı ile insanlara en güzel örnek olmuştur. İslam Dini güzel ahlaka büyük önem vermiştir. Dinin özünün güzel ahlak olduğu hem Kur’an’daki ayetlerle hem de Peygamberin örnekliği ile ortaya konulmuştur. Öyle ki Peygamber Efendimiz “İslâm, güzel ahlâktır” buyurmuştur. Hz. Peygamberin güzel ahlâka teşvik eden birçok güzel sözü vardır. Hz Peygamber, yaşadığı toplumda güzel ahlakı ile biliniyordu. Onu sadece inanlar değil en azılı düşmanları dahi bu özelliği ile biliyordu. Ey Kureyş topluluğu! Size bu dağın ardında düşman atlıları var. Sabaha veya akşama, üzerinize hücûm edeceklerini söyleyecek olursam, bana inanır mısınız?" soran Hz peygambere O zamana kadar "Muhammedü'l-Emîn" dedikleri, kendisinden yalan duymadıkları için “seni tasdik ederiz” demişlerdir. Allah Rasülü (sav) Müslümanlara ahlaki güzellikleri tavsiye etmiş ve onlardan güzel ahlaklı bir toplum oluşturmaya çalışmıştır. Âişe’ye, Hz. Muhammed’in ahlakı sorulduğunda “ O’nun ahlâkı Kur’an ahlakı idi.” demiştir.

15 Hafaza ve Kiramen Katibin melekleri

“Değerli yazıcılar” anlamına gelen kiramen katibin, insanların söz ve davranışlarını kayıt altına almakla görevli meleklerdir. Bu melekler için, insanların davranışlarını gözetleyip kaydedenler anlamında hafaza melekleri de denilmiştir. Melekler tarafından yazılanlar, kıyamet günü amel defterleri olarak karşımıza çıkar. Bunlar, insanın işlediği küçük büyük her şeyi barındırmaktadır. İnsanın sağında bulunan melek, kişinin iyilik ve güzelliklerini kaydederken, sol tarafında bulunan melek ise kişinin kötülük ve günahlarını yazar. Eğer bir kimsenin iyilik ve güzellikleri ağır basarsa amel defteri sağından verilir ve cennete gider. Yüce Allah insanın davranışlarını kayıt altına almak için kiramen katibin meleklerini görevlendirmiş olsa da bu durum O’nun olanlardan haberdar olmaması anlamına gelmez. Allah insanın sadece işlediği değil; aynı zamanda içinden geçen ve ona vesvese veren şeyleri de bilir. Başıboş yaratılmayan insan, her an Allah’ın gözetimi altındadır.


16 Namaz: Rabbimize yakın olma çabamız

Peygamberimiz (s.a.s) ashabıyla sohbet ederken onlara şöyle sordu: “Birinizin kapısının önünden bir nehir geçse ve o nehirde günde beş defa yıkansa, o kimsede kirden eser kalır mı?” Sahâbe-i kirâm, “Kalmaz Ya Resûlallah” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bu namazlarla günahları yok eder.” (Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 6) Namaz; insanın ruhu, bedeni, aklı, yüreği, sevgisi ve hürmetiyle, kısacası bütün varlığıyla Allah’a yönelişinin sembolüdür. Namaz dünyaya ait telâşe ve sıkıntıları bir kenara bırakarak çıkılan mukaddes bir yolculuktur. Namaz bir külfet değildir. Aksine kendimizi tanımaya, yenilenmeye, zikir, şükür ve tefekkür ile olgunlaşmaya vesile olan eşsiz bir nimettir. Namazın şifa veren, güven ve sükûnet aşılayan ikliminde Rabbimizle buluşmaktan ailece mahrum kalmayalım. Bu hayatta “dinimizin direği”, ahirette ise “hesabımızın ilk sorusu” olan namazlarımızı ihmal etmeyelim.


17 Ledün İlmi

Sufilere göre ilim iki türlüdür. Birincisi kesbî yani tahsil ve telkin ile elde edilen ilimdir. Bu ilimle kast edilen şer’i ilimlerdir ve akıl yolu ile tahsil edilir. İkincisi ise Allah’ın dilediği kulunun kalbine ilka ettiği vehbî ilimdir. Buna ehl-i tasavvuf marifet, irfan, ledün ilmi, bâtın ilmi gibi isimler vermişlerdir. Marifet bilmek, tanımak ikrar etmek demektir. Marifetten kasıt Allah’ı tanımak bilmektir. Sufiler, “Ben cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat, 51/56.) ayetinde geçen “bana ibadet etsinler” ifadesinden maksadın “beni tanısınlar” olduğunu söylemişlerdir. İnsan, ancak Rabbini tanır ve bilirse O’na ibadet edebilir. Sufiler, Allah’ı bilmeye giden yolun insanın kendisini bilmesinden geçtiğini söyler. İnsanın kendisini bilmesi ise nefsini bilmesidir. Nefsini bilen insan onun kötülüklerinden emin olur. Nefsinden gafil olan ise onu kötü ahlak ve huylardan arındırmaya çalışmaz ve iki dünyada bedbaht olur.


18 Borçlular ve geçim sıkıntısı çekenler için dua

Müslüman, borcunu ödemek için gayret gösterirken, dua da etmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.), borçlu ve geçim sıkıntısı olan kimsenin şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir: “(Ey) Sıkıntıları gideren, kederleri kaldıran, zor durumda kalanların dualarına icabet eden, dünya ve ahiretin rahman ve rahimi olan Allah’ım! Sen bana merhamet edersin, Senden başka kimsenin merhametine ihtiyaç bırakmayan bir merhametle bana merhamet et.” (Hâkim, Dua, I, 515) “Allah’ım! Sen yedi göğün Rabbi, ulu Arş’ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve her şeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkan’ı indiren, tohum ve çekirdekleri çatlatan Sensin. Perçeminden tuttuğun her şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Evvel sensin, senden önce hiçbir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da hiçbir şey kalmayacaktır. Sen zâhirsin, senin üstünde hiçbir şey mevcut değildir. Sen bütün sırları bilensin, Senden gizli hiçbir şey yoktur. Benim borcumu ödemeyi nasip eyle, beni fakirlikten kurtar.” (Tirmizî, De’avât, 68)


19 Cuma namazı adabı

Cumanın bereketinden istifade etmeyi murad eden her mümin, Peygamberimizin sünnetine uyarak Cuma namazına hazırlanır. Güzelce abdestini alır, bedenini temizler. Kıyafetinin hem temiz hem de namazın şartlarından olan setr-i avrete uygun olmasına özen gösterir. Nahoş kokan yiyecekler yiyip camiye gelmenin sünnete aykırı olduğunu bilir. Güzel kokular sürünür. İbadetin ruhuna, cemaatin huşûuna uygun davranır. Safların sık ve düzgün olmasına riayet eder. Cuma namazına hürmet göstererek gürültü yapmaktan ve yanı başında huzura duranları rahatsız etmekten kaçınır. Bu mübarek günde, dikkat etmemiz gereken diğer bir husus ise Cuma hutbesidir. Hutbe, minberden ümmete sesleniştir. Müminlere nasihat, hatırlatma ve uyarıdır. İmana, irfana, ahlaka davet; hakikate çağrıdır. Hutbe aynı zamanda Cuma namazının bir şartıdır. Tıpkı namaz gibi hutbe de bir ibadettir. Hutbe okunurken huşû içinde, sessizce ve can kulağıyla hatibi dinlemek dini bir gerekliliktir. Hutbe esnasında yanındakiyle konuşmak ya da cep telefonuyla uğraşmak, hutbenin özünden uzaklaşmaya, sevabından mahrum kalmaya sebep olur.


20 Uhud'da cesur bir kadın: Ümmü Umare (r.a)

Medine’de ilk kez kadınların savaşa katılmasına izin veriliyordu. Kadınlar, yaralıları tedavi etme, su, yiyecek ve ilaç temini gibi yardımcı hizmetlerde görev alacaklardı. Bunlardan biri Ümmü Umâre künyesiyle tanınan Nesîbe bint Ka’b idi. Uhud savaşında Müslümanlar hazırlıksız yakalanmışlardı. İslam ordusu dağılmak üzereydi. Ümmü Umâre, Resûlullah’ın ve etrafındaki bazı sahabilerinin mücadele ettiğini görünce hemen yanlarına koştu. Eline geçirdiği kılıç ve okla canı pahasına Allah Resûlü’ne siper oldu. O gün Hz. Peygamber ne tarafa dönse Ümmü Umâre’yi korkusuzca çarpışırken görüyordu. Ümmü Umâre on iki yerinden yaralanmıştı ama umursamıyordu. Kocası ve oğulları da müşriklerle çarpışıyordu. Allah’ın Elçisi onun ve ailesinin cennette kendisine komşu olmaları için dua etti. Savaş, insanın hayatta karşılaşabileceği en zor ve tehlikeli durumlardan biridir. Uhud Savaşı’nda Ümmü Umâre cesaretiyle, Allah Resûlü’nün takdirini kazanmış ve duasına mazhar olmuştur.


21 Çocukların ahiretteki konumu

İslam âlimlerinin çoğunluğu çocukların dinî mükellefiyetlerinin bulunmadığını ancak ergenlik dönemine girince bütün dinî görevleri yerine getirmekle yükümlü olduklarını kabul eder. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın insanları muvahhid (hanif) olarak yarattığı, yaratmasında bir değişikliğin olmayacağı belirtilir. Bu sebeple doğan her çocuğun fıtri bir imana sahip bulunduğunu söylemek mümkündür. Hz. Peygamber’e nispet edilen farklı rivayetler sebebiyle âlimler Müslüman ve kâfirlerin ergenlikten önce vefat eden çocuklarının durumunu tartışmışlardır. Ölen bütün çocukların cennete gireceğini ifade eden hadisler, Allah’ın hiçbir kuluna zulmetmeyeceği, herkesin işlediği amellere göre karşılık bulacağı ve kimsenin başkasının günahından sorumlu tutulmayacağını bildiren ayetlerle uygunluk arz etmektedir. Bu sebeple ebeveyni ister Müslüman ister kâfir olsun, bulûğ çağına ermeden ölen bütün çocukların cennete gireceğini savunan görüşün tercih edilmesi daha isabetli görünmektedir.


22 Dil kılıçtan keskindir

Ne söylediğine dikkat etmeyen, kırıcı ve sert konuşan kimselerin, çevresindeki insanların gönlünde kılıç yarasından daha derin yaralar açtığını ve büyük düşmanlıkların yaşanmasına sebep olduğunu anlatmak için “dil, kılıçtan keskindir” deriz. Genel olarak bu atasözünü diliyle insanlara eziyet veren kişileri uyarıp toplumun huzur ve rahatını sağlamak için kullanırız. Ağzımızdan çıkan her sözün kendine göre bir ederi, söz söylemenin de bir usulü vardır. Ne söylediğimiz, ne zaman, hangi ortamda ve nasıl söylediğimiz çok önemlidir. “Konuşmak sanattır” desek konuyu abartmış olmayız. Bu sanatın içinde sadece dili kılıç gibi kullanmamak ve kendimize beklediğimiz nezaketi karşımızdakine göstermek yer almaz. Aynı zamanda konuştuğumuz zaman muhatabın anlayış seviyesine göre konuşmak gerekir. Bu da konuşmanın usulündendir. Buna dikkat edilmediğinde farkında olmadan yanlış anlaşılmalara sebep olabilir, insanların konuştuklarımızı farklı yorumlamasına kapı açmış olabiliriz.


23 Tevazu insanı yüceltir

Mütevazı kişi Allah tarafından yaratıldığının, içinde bulunduğu nimetlerin O’na ait olduğunun bilinciyle O’nun rızasını kazanmaya çalışan kimsedir. Tevazu sahibi kişi, Allah katında üstünlüğün ancak takva ile olduğunu bilir. Diğer insanları küçümsemez; onlarla Allah’ın emrettiği şekilde kırgınlık, kıskançlık ve küskünlükten uzak, sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma içerisinde kardeşçe yaşar. İnsanlığa Kur’an ahlakını yaşayarak gösteren Hz. Peygamber onlara tevazuu da yaşayarak öğretmiş, oldukça sade bir yaşam sürmüştür. Geçmiş ümmetlerden kıssalarla insanlara kibrin afetini göstermeye çalışmış ve “...Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter...” demiştir. Tevazu sahibi olmak Müslümanlığın gereklerindendir. Ancak her şeyde olduğu gibi tevazuda da aşırıya kaçmamak önemlidir. Zira mümin hem kendisinin hem de Müslüman kardeşinin saygınlığını ve şerefini korumakla memurdur. Müminler kendilerini hakir görenlere karşı kararlı ve asil duruşlarını korumalı, şereflerinin ayaklar altına alınmasına müsaade etmemelidir.


24 Hüsn Hatime: La İlahe İllallah

Hatime sözlükte “son, nihayet” demektir. Dünyadan imanla göç etmeye hüsn-i hatime denilir. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, dünya ve ahiret mutluluğu anlamındaki kurtuluş, samimi imana ve salih amele bağlanır. İnsanın başlangıçta iyi yolda bulunurken daha sonra kötülüğe yönelmesi ve bu hâl üzere vefat etmesi de mümkündür. Bunun için kişi ümitle korku arasında olmalı, Allah’ın engin rahmetine gönül bağlamakla beraber kendini güvende görüp ibadet etmekte ve kemalini arttırma yolunda zaaf göstermemelidir. Mümin olarak yaşayıp ve son nefeste de iman üzere ölmeyi her Müslüman arzu eder. Unutulmamalı ki insanlar yaşadıkları hayata göre son nefeslerini verirler. Bununla birlikte her zaman için hayır konuşmayı tembih eden Allah Resûlü, ölüm döşeğinde bulunan kişilerin yanında da mutlaka hayır konuşulması gerektiğini hatırlatmış öleceği anlaşılan kişilere "Lâ ilâhe illâllâh" telkin edilmesini tavsiye etmiştir.


25 Kur'an'ın tercümanı Hz. Abdullah b. Abbas

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) amcasının oğlu Abdullah bin Abbas çok zeki bir çocuktu. Peygamberimiz onun iyi yetişmesini istemişti ve Allah’a, ona Kur’an’ı öğretmesi, onu dinde bilgili kılması için dua etmişti. Hz. Peygamber vefat ettiğinde Abdullah, diğer sahabilerden yaşça küçük olmasına rağmen Kur’an’ı en iyi bilenlerdendi. Çok çalışıp gayret göstermiş, büyük sahabilerin bilgilerinden faydalanmıştı. “Kur’an’ın tercümanı” ve “ümmetin büyük bilgini” diye anılacak kadar bilgi sahibiydi. Allah’ın kitabını başkalarına öğretmek için de elinden geleni yapardı. Kur’an’ı daha iyi anlayabilmek için kendisine soru sormak isteyen hiç kimseyi geri çevirmezdi. İnsanlar, Kur’an-ı Kerim’e dair bilmedikleri şeyleri, anlamada zorlandıkları yerleri hep ona sorarlardı. Abdullah bin Abbas’ın Kur’an’ı öğrenme, anlama ve başkalarına da en güzel şekilde öğretme çabası hep takdir edildi. O, Peygamberimizin tavsiye ettiği üzere Allah’ın kitabına sımsıkı sarılan örnek bir sahabiydi.


26 Yüceler yücesi, efendiler efendisi: Kerim

Kerîm, “cömert, ahlaklı, asil ve değerli olmak” anlamındaki kerem kökünden türemiştir. Allah’a nispet edildiğinde kime ve ne verdiğine aldırmadan veren, kendisinden isteyenleri boş çevirmeyen, kendisine sığınanları terk etmeyen, bir yanlışlık gördüğünde onu açığa vurmadan düzelten, bir iyilik yapıldığında karşılığını fazlasıyla veren, eksiksiz ve kusursuz, övgüye layık ne kadar vasıf varsa hepsine sahip olan demektir. Bu sözcüğü cömertlik diye tanımlayanlar olsa da keremin kapsamı daha geniştir. Cömertlik verilen kişinin istek ve ihtiyacını karşılamaya yönelik iken kerem verilenin durumundan bağımsız, tamamen verenin ahlakının bir sonucudur. Kerim isteyene de istemeyene de hak edene de etmeyene de ihtiyacından kat kat fazlasını verendir. Allah’ın kereminin sayısız lütuflarının başında da sınırsız affı gelir. Allah’ın kullarının işledikleri günahları gizlemesi, kusurlarını örtmesi ve yaptıklarını görmezden gelmesi O’nun kerem sahibi oluşunun bir sonucudur.



27 Şehitlik en yüce makam

Şehit “şahit olan, hazır bulunan” demektir. Yeri ve zamanı geldiğinde canından daha mukaddes bildiği dini, milli ve manevi değerler uğruna dünyadan ve dünyadaki her şeyden vazgeçip canını ortaya koyan kimseye şehit denilir. Allah, şehitlerin yaptıklarının boşa çıkarılmayacağını, onların muratlarına erip cennete gireceklerini haber verir. Allah’ın şehitlere tanıdığı imtiyaz, onların şehit düşme anlarından itibaren başlar. Onlar ölüm acısını neredeyse hiç hissetmezler, Peygamberimizin ifadesiyle ölüm onlara bir çimdik acısı kadar hafif gelir. Allah Resûlü, şehitlerin yaptıkları ibadet ve amellerin de farklı değerlendirileceğini bildirir günahkâr da olsa iman ve salih niyet ile Allah yolunda savaşan ve bu uğurda canını feda eden kimse için şehitlik hem geçmişteki hataları affettirmenin hem de Allah nezdinde vadedilen derecelere erişebilmenin yoludur. Rahmet Elçisi’nin şehitliği yücelten bu sözlerinden onun inananları savaşa teşvik ettiği anlaşılmamalıdır. Onun istediği, haklı olunan yolda sebat ve cesaret gösterilmesidir.


28 Her can dokunulmazdır

İslam’a göre can güvenliği ve dokunulmazlığı, insanın doğmadan önce daha anne karnında iken kazandığı fıtri bir haktır. Zaruri bir neden olmadığı sürece cenin hâlinde bile olsa bir insanın yaşama hakkı elinden alınamaz. Kişilerin can güvenliğinin sağlanması konusunda azami hassasiyeti gösteren İslam’da hatayla bile olsa bir hayata son vermenin “diyet” ve “köle azat etmek” gibi maddi cezaları, oruç gibi bedenen ödenen cezaları vardır. Kasten cana kıyanların cezası ise Kur’an-ı Kerim’de “kısas” yani katilin öldürülmesine hükmedilmesi olarak bildirilir. İslam, barış zamanında can güvenliği ve dokunulmazlığını din, dil ve ırk ayrımı olmaksızın tüm insanlar için geçerli sayar ve herkesin güvenliğini sağlamaya çalışır. Savaş zamanında dahi Rahmet Peygamberi, düşman askeri de olsa kimseye işkence yapılmamasını, organlarının kesilmemesini, çocukların ve kadınların öldürülmemesini emretmiştir.


29 Kur'an'ın diğer isimleri

Kur’an-ı Kerim’in çeşitli isimleri vardır. Bunlardan en çok kullanılanı Kur’ân’dır. Bu isimlerin bazısı isim, bazısı da sıfat olarak Kur’an’da geçmektedir. Zerkeşî, Kur’an isimlerinin 55 olduğunu nakletmiştir. El-Kitâb (Kalemlerle tedvin edilen), el-Furkân (Hak ile batılı, helal ile haramı ayıran), ez-Zikr (Allah’ı andırıp, tanıtan ve unutmamak üzere hatırlatan), et-Tenzîl (Allah katından indirilen) en meşhur isimlerinden olup; El-Hüdâ (Hidayet), er-Rahmet (Esirgemek, ihsanda bulunmak), eş-Şifâ, el-Mev’ıza (Öğüt), en-Nûr; el-Mübârek, el-Mübîn (Apaçık), el-Büşrâ (Müjde), el-Azîz (Kıymetli-Yüce), el-Mecîd (Şerefli-Üstün), el-Beşîr/en-Nezîr (Müjdeleyici-Korkutucu), er-Rûh, el-Mesânî, Ümmü'l-Kitâb en meşhur sıfat isimlerindendir. Kur’ân-ı Kerim’e verilen diğer isim ve vasıfların bazıları şunlardır: “El-Müheymin, el-Hakk, el-Hakîm, el-Burhân, el-Vahy, el-Beyân, el-Belâğ, et-Tezkire, el-Urvetü’l-vüskâ, el-Fasl, el-Adl, es-Sıdk, Kelâmullah, Hablullah, Ahsenü’l-hadis.”


30 Nimete kavuşunca yapılacak dua

Dua, inanan bir kişiyi Rabbine ulaştıran bir yoldur. Nimet de verse, imtihana da tabi tutsa; kul, sabrederek ya da şükrederek Allah’a (c.c.) bağlılığını dua ile devam ettirir. Allah’ın (c.c.) verdiği bir nimete kavuştuğumuzda her yönüyle rehberimiz Peygamberimizin (s.a.s.) yaptığı şu duayı yapabiliriz.

Okunuşu: “Allâhümme innî es’elüke min hayri mâ seeleke minhü nebiyyüke Muhammedün sallallâhü aleyhi ve sellem. Ve neûzü bike min şerri mesteâzeke minhü nebiyyüke Muhammedün sallallâhü aleyhi ve sellem. Ve ente’l-müsteân ve aleyke’l-belâğ ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.”

Anlamı: “Allahım! Peygamber’in Muhammed’in (s.a.s.) senden dilediği hayırları ben de dilerim. Peygamber’in Muhammed’in (s.a.s.) sana sığındığı şerlerden biz de sana sığınırız. Yardım ancak senden beklenir. İnsanı dünya ve âhirette muradına ulaştıracak sensin. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir.” (Tirmizî, Deavât, 89)

 









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder